Belli
belirsiz bir ışık görüyorum uzaklarda, çalıların arasında, hareket halinde,
sanki bana doğru yaklaşmakta. Heyecanlanıyorum. Çünkü en fazla ihtiyaç duyduğum
bir ışık şu anda. Ve şimdi daha net görüyorum; bir meşale, bir el, bir sima.
Tanıdık geliyor önce, bir yerden tanıyorum bu yüzü. Alevlerin ışığında parlayan
kahverengi gözleri biliyorum sanki. Bana bakıyor. Şimdi daha da yakınımda.
Elini uzatıyor, sessiz sedasız. Uzanıp tutuyorum eli, sıcacık. Bir kavrayışta
çekip çıkartıyor beni. Hafiften seyrek saçları, kır düşmüş uçlarına, öylesine
içten bakıyor gözleri. Bu yüz babamı hatırlatıyor bana. Evet, bu adam babama
benziyor. Dostane bir gülümseme takınmış dudaklarına, seni eve götürüyorum
diyor. Seviniyorum. Elini omzuma atmış, düşmeyeyim diye tutuyor yorgun bedenimi.
Hafif bir meltem var havada, yaz meltemi. Sırılsıklam üstüm, bir titreme
geliyor. Çalıların arasından geçip gidiyoruz. Yağmur yağmış sanki, yerler
hafiften ıslak gibi, yerler hafiften nemli. Bir mısır tarlasının ortasındayız,
akşam vakti, etraf karanlık, etraf bulanık. Yıldızlar kaplamış gökyüzünü. Tek
başıma olsam bulamam yolu, neredeyim onu bile bilmiyorum. Ama babam yüzlü adam biliyor
yolu.
Konuşmuyoruz
yol boyunca. Yürüyoruz sadece; sessizce, ayak adımlarımızı birbirine uydurarak,
yürüyoruz öylece. Bir patika geçiyoruz. Yol çatallaşıyor bir yerde, iki ayrı
kola ayrılıyor. Duruyoruz sonra, bir müddet bekliyoruz. Babam yüzlü adam bana
bakıyor, hangi taraftan der gibi. Kafamı sallıyorum bilmiyorum dercesine. Ben
yolu bilmiyorum. Tek başıma olsam bulamam yolu, ama babam yüzlü adam biliyor. Eğilip
ellerinin arasına alıyor yüzümü, gülümsüyor, öylesine içten, her zaman sağ yolu
takip et, gitmen gereken yeri bulacaksın, diyor dokunaklı sesiyle.
Sağ yola
sapıyoruz birlikte. Adımlarımız hala birbirini izlemekte. Yol uzun, yol
engebeli. Bedenim ağırlaşıyor bir yerde,
taşıyamıyorum. Yalpalıyorum. Ama babam yüzlü adam tutuyor sıkıca kolumdan, bana
destek oluyor, düşmeme izin vermiyor. Burada olduğu için kendimi şanslı
sayıyorum, hiç gitmesin istiyorum, her zaman yanımda olsun. Hafiften bir esinti
daha, üşüyorum. Ne kadar yolumuz kaldı bilmiyorum, ama zaten nereye gittiğimizi
de bilmiyorum. Uzun, topraklı bir yol bu, belki iki, en fazla üç kişi
yürüyebilir yan yana. Etrafı mısırlarla çevrili. Bir koku geliyor burnuma,
tarçın ve yasemin karışımı. İlerledikçe artıyor koku, daha yoğun duyuyorum.
Nereden geldiğini kestirmeye çalışıyorum. Çok uzak değil sanki, hissediyorum. Ama sonra başından beri koku almadığımı
hatırlıyorum. Burnum ne zamandır tıkalıydı, kulaklarım duymuyor, gözlerim
görmüyordu? İşte o anda babam yüzlü adam çıkagelmişti, şimdi anımsıyorum.
Ama, siz… deyip kafamı çeviriyorum, bir korku düşüyor
içime. Öylece kalakalıyorum olduğum yerde, yıldızla kaplı gecede, topraklı
yolun kenarında, mısır tarlasının ortasında. Babam yüzlü adam gitmiş…
Heyecan ve
korku içerisinde bakınıyorum etrafıma, mısırların arasına, geldiğimiz yola, ama
yok, babam yüzlü adam artık yok. Ne yapacağımı bilemiyorum, nereye gideceğimi
de. Öylece kalakalıyorum bu yerde. Her zaman sağ yolu takip et dediğini
hatırlıyorum sonra. Adımlarımı hızlandırarak yürümeye başlıyorum. Yolum daha ne
kadar uzun, neredeyim bilmiyorum, ama zaten nereye gitmem gerektiğini de bilmiyorum.
İçine düşüp
sırılsıklam olduğum çukurdan kurtulmuştum ama şimdi de yürümem gereken uzun bir
yol vardı karşımda.
Bu yol
uzun, bu yol engebeli. Bir umutsuzluk kaplıyor içimi, bir an gelir kalbim yenik
düşer, ruhum avare kalır da kaybolurum diye endişeleniyorum. Ama olmuyor hiç
biri, babam yüzlü adamın ruhu güç veriyor bana, cesaretim oluyor, bu yolu
yürüyebileceğime dair inancım. Yürümeye, ilerlemeye devam ediyorum, acılarıma,
yaralarıma, yorgunluğuma rağmen… Yolun gittiği yere kadar, bedenimin beni
taşıyabildiği kadar, doğruya ulaşana kadar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder