20 Aralık 2016 Salı

Işık

            Belli belirsiz bir ışık görüyorum uzaklarda, çalıların arasında, hareket halinde, sanki bana doğru yaklaşmakta. Heyecanlanıyorum. Çünkü en fazla ihtiyaç duyduğum bir ışık şu anda. Ve şimdi daha net görüyorum; bir meşale, bir el, bir sima. Tanıdık geliyor önce, bir yerden tanıyorum bu yüzü. Alevlerin ışığında parlayan kahverengi gözleri biliyorum sanki. Bana bakıyor. Şimdi daha da yakınımda. Elini uzatıyor, sessiz sedasız. Uzanıp tutuyorum eli, sıcacık. Bir kavrayışta çekip çıkartıyor beni. Hafiften seyrek saçları, kır düşmüş uçlarına, öylesine içten bakıyor gözleri. Bu yüz babamı hatırlatıyor bana. Evet, bu adam babama benziyor. Dostane bir gülümseme takınmış dudaklarına, seni eve götürüyorum diyor. Seviniyorum. Elini omzuma atmış, düşmeyeyim diye tutuyor yorgun bedenimi. Hafif bir meltem var havada, yaz meltemi. Sırılsıklam üstüm, bir titreme geliyor. Çalıların arasından geçip gidiyoruz. Yağmur yağmış sanki, yerler hafiften ıslak gibi, yerler hafiften nemli. Bir mısır tarlasının ortasındayız, akşam vakti, etraf karanlık, etraf bulanık. Yıldızlar kaplamış gökyüzünü. Tek başıma olsam bulamam yolu, neredeyim onu bile bilmiyorum. Ama babam yüzlü adam biliyor yolu.   

            Konuşmuyoruz yol boyunca. Yürüyoruz sadece; sessizce, ayak adımlarımızı birbirine uydurarak, yürüyoruz öylece. Bir patika geçiyoruz. Yol çatallaşıyor bir yerde, iki ayrı kola ayrılıyor. Duruyoruz sonra, bir müddet bekliyoruz. Babam yüzlü adam bana bakıyor, hangi taraftan der gibi. Kafamı sallıyorum bilmiyorum dercesine. Ben yolu bilmiyorum. Tek başıma olsam bulamam yolu, ama babam yüzlü adam biliyor. Eğilip ellerinin arasına alıyor yüzümü, gülümsüyor, öylesine içten, her zaman sağ yolu takip et, gitmen gereken yeri bulacaksın, diyor dokunaklı sesiyle.

Sağ yola sapıyoruz birlikte. Adımlarımız hala birbirini izlemekte. Yol uzun, yol engebeli.  Bedenim ağırlaşıyor bir yerde, taşıyamıyorum. Yalpalıyorum. Ama babam yüzlü adam tutuyor sıkıca kolumdan, bana destek oluyor, düşmeme izin vermiyor. Burada olduğu için kendimi şanslı sayıyorum, hiç gitmesin istiyorum, her zaman yanımda olsun. Hafiften bir esinti daha, üşüyorum. Ne kadar yolumuz kaldı bilmiyorum, ama zaten nereye gittiğimizi de bilmiyorum. Uzun, topraklı bir yol bu, belki iki, en fazla üç kişi yürüyebilir yan yana. Etrafı mısırlarla çevrili. Bir koku geliyor burnuma, tarçın ve yasemin karışımı. İlerledikçe artıyor koku, daha yoğun duyuyorum. Nereden geldiğini kestirmeye çalışıyorum. Çok uzak değil sanki, hissediyorum.  Ama sonra başından beri koku almadığımı hatırlıyorum. Burnum ne zamandır tıkalıydı, kulaklarım duymuyor, gözlerim görmüyordu? İşte o anda babam yüzlü adam çıkagelmişti, şimdi anımsıyorum.

Ama, siz…  deyip kafamı çeviriyorum, bir korku düşüyor içime. Öylece kalakalıyorum olduğum yerde, yıldızla kaplı gecede, topraklı yolun kenarında, mısır tarlasının ortasında. Babam yüzlü adam gitmiş…

Heyecan ve korku içerisinde bakınıyorum etrafıma, mısırların arasına, geldiğimiz yola, ama yok, babam yüzlü adam artık yok. Ne yapacağımı bilemiyorum, nereye gideceğimi de. Öylece kalakalıyorum bu yerde. Her zaman sağ yolu takip et dediğini hatırlıyorum sonra. Adımlarımı hızlandırarak yürümeye başlıyorum. Yolum daha ne kadar uzun, neredeyim bilmiyorum, ama zaten nereye gitmem gerektiğini de bilmiyorum.

İçine düşüp sırılsıklam olduğum çukurdan kurtulmuştum ama şimdi de yürümem gereken uzun bir yol vardı karşımda.


Bu yol uzun, bu yol engebeli. Bir umutsuzluk kaplıyor içimi, bir an gelir kalbim yenik düşer, ruhum avare kalır da kaybolurum diye endişeleniyorum. Ama olmuyor hiç biri, babam yüzlü adamın ruhu güç veriyor bana, cesaretim oluyor, bu yolu yürüyebileceğime dair inancım. Yürümeye, ilerlemeye devam ediyorum, acılarıma, yaralarıma, yorgunluğuma rağmen… Yolun gittiği yere kadar, bedenimin beni taşıyabildiği kadar, doğruya ulaşana kadar… 

Ölümün sesi miydi bu?


Çok uzaklardan gelen kesintili bib sesleri çınlıyor kulağımda. Ayağa kalkmak istiyorum, başaramıyorum. Bir deneme daha… ve yine yüzüstü yerdeyim. Ne olduğunu hatırlamıyorum. Neden yerdeyim bilmiyorum. Hissettiğim sadece yoğun bir ağrı başımda ve çınlayan bib sesleri kulağımda. Ölümün sesi miydi bu? Beni mi çağırıyordu? Ama çağrısına yetişemiyorum, çünkü ölecek kadar bile güç yok ruhumda. Boylu boyunca serilmişim yerde. Kar yağıyor. Yüzüm kara bulanmış. Artık soğuğu hissetmiyorum, artık üşümüyorum. Gecenin bir vakti ve bir bib sesi kulağımda; kesintili, ötüp duruyor. En son hatırladığım bir siluet sadece aklımda ve ince bir ses uzaklarda; Biliyordum! Evet biliyordum… Ama neyi? Cevabını öğrenmek isterdim. Tekrar bir deneme daha… ve yine yüzükoyun yerdeyim. Soğuktan donmuş olan şeyimi hissetmiyorum, kim bilir kaç saattir üzerinde yatıyorum. Uyuşmuş, ama acı yok. Çişim geliyor. Tutmak istiyorum, tutuyorum. Ama bırakıyorum sonra. Bir sıcaklık hissediyorum vücudumda. Sıvı bedenimde yayılıyor. Soğuktan donmuş burnum artık koku almadığı için şanslıyım. Peki ya ellerim, onlar ne durumda? Parmaklarımı oynatmaya çalışıyorum güç bela. Soğuktan katılaşmışlar. Kim bilir kaç saattir buradayım tahmin bile edemiyorum. Kulağım bib sesine gidiyor tekrar. Geldiği yönü kestirmeye çalışıyorum. Kafamı kaldırıp bakmak istiyorum, boynum tutulmuş. Canım acıyor bir anda. Ve yine serilmiş yerdeyim. Bir ışık süzmesi çarpıyor gözüme. Bir ev. Bir pencere. İnsanlar görüyorum evin içinde. Bedenleri hareket halinde. Bir yemek masası var. Etrafında toplanmışlar. Saati tahmin ediyorum, akşam yedi. Akşam yemeği saati. Demek ki hava aydınlıktı buraya geldiğimde, diye çıkarım yapıyorum. Neden kimse yardım etmedi peki? Kimse görmedi mi acaba beni. Ama karlar içinde yatan koca bir bedeni kim fark etmez ki?

Ya da hiç biri. Rüyadayım belki de. Sıcacık yatağımda yüzükoyun serilmiş uyuyorum öylece. Yorgan üzerimden düşmüş. Terlemişim. Susadığımı hissediyorum sadece. Kocam her zaman bir bardak su bulundurur yatağın yanındaki komodinde, olurda uyanıp susarsam diye. Kocam mı? Ama benim hiç kocam olmadı ki… ben hiç evlenmedim ki… ben… Bu da bir rüya mı yoksa yine. Ama bu ses… Uyandın mı canım…? Öylesine yumuşak ve samimi. Cevap vermek istiyorum ama mecal kalmamış dilimde. Kadın mıydım ben yoksa, belki de erkek. Rüya mı bunların hepsi, belki de gerçek. Ama zaten ne fark eder ki… Kulağımda bir bib sesi ötüp duruyor sadece; vaktin daralıyor der gibi…

Bir aralık gözlerimi açar gibi oluyorum, silik bir görüntü kalmış hatırımda; Annem. Bana bakıp gülümsüyor, tam karşımda oturuyor. Onu sevdiğimi söylüyorum, beni duymuyor. Tekrar ediyorum ama nafile. Sadece oturmuş beni izliyor. Daha yüksek sesle söylüyorum, SENİ SEVİYORUM ANNE! Ama o yine tepkisiz kalıyor. Bana bakmış, gülümsüyor.   

Bu silik görüntüyü hatırlarken neredeyim ben, bu gelen bib sesleri ne anlam ifade ediyor. Belki de hayatın kendisi bu. Beni ellerinin arasına almış oradan oraya savuruyor. Hırpalıyor, bağırıyor, kızıyor… Benimle bir top gibi oynuyor elinde; parçalarım dökülüyor, dağılıyorum her çevirmede. Toplamaya çalışıyorum düşenleri ve arada yakalayabildiklerime “anı” diyorum;  hatırlaya bildiklerime, hayatın hatırlamama izin verdiklerine. Ama düşen parçaları yerine takamıyorum, anı olarak kalıyorlar sadece, tamamıyla bana ait olmuyorlar hiçbir zaman. Birçoğunu da unutuyorum zamanla. Geriye sadece izleri kalıyor.


 Vaktim gelince bir yere bırakıyor hayat beni. Uçsuz bucaksız bir yere; insanlar yok, hayvanlar yok, sesler yok… Fakat sadece bir bib sesi kulağımda, kesintili bir şekilde ötüp duruyor.