Derin bir nefes daha çektikten
sonra içine, sandalyesine oturdu. Konukların neredeyse tamamı gelmişti. Büyük
bir şölen olacaktı bu. Enfes yemeklerle donatılmış masa, dünyanın bir çok
yerinden lezzetler sunuyordu. Fakat bunca çeşitlilik arasında o, kendine
uygun bir lezzet bulamadı. Salatada gözüne kestirdiği dilimlenmiş domatesleri ve
çekirdeğinin özenle çıkartılmış olduğunu düşündüğü iki yeşil zeytini ağzına attı. Ne de
çok severdi domates ve zeytini birlikte yemeyi, ona hep çocukluğunu, annesinin o
leziz hafta sonu kahvaltılarını hatırlatırdı. Şimdi ise annesi kim bilir ne
yapıyordu. Gözleri doldu. Tam dört yıl olmuştu annesini görmeyeli. Artık ne
hafta sonu kahvaltıları ne de domates ve zeytin ona mutluluk veriyordu.
Oturduğu masada yalnız değildi.
Sağında kel, saçlarının önceden sarı olduğu belli olan etine dolgun bir adam
oturuyordu. Gülümsemesi samimiydi, anlattıklarına bakılırsa yönetim bilimleri
üzerine tahsis yapıyordu. Hemen onun yanında, tamamiyle siyahlara bürünmüş, göz
altları içene göçmüş, keçi sakallı bir
adam oturuyordu. Adamın öyle bir hali vardi ki sanki sırf depresyona girmek
için yaşıyordu. Bir aralık göz göze geldiler, uzun uzadıya bakıştılar. En
sonunda gözlerini kaydıran kendisi oldu. Bunca siyahlığa rağmen adamın bir
cazibesi, mistik bir yanı vardı. Çökmüş göz altlarının çevrelediği siyah
gözleri hala hayatta olduğunun tek göstergesiydi. Saçları özenle sola doğru
taranmış, belli ki iyi bakım yapılmış ve kokulu saç yağlarıyla da canlılık
katılmıştı. Ona öyle geldi ki, bu adamda daha henüz bilemediği bazı derin hakikatler
yatmaktaydı.
Masanın diğer ucunda, kendisinin tam karşısında oturan adam ise ilk bakışta insana endişe
veren bakışları olsa da sesindeki tatlı incelik insanın hoşuna gidecek
cinstendi. Kareli mavi gömleğinin bütün düğmelerini iliklemişti. Disiplinli bir
tipe benziyordu. Dağınık sarı saçlarıyla hiç ilgilenmediği belliydi. Solunda
oturan, boyu masadakilere kıyasla daha kısa olan adamın ise ciddi, sert ve ilk
bakışta insanı korkutan bir çehresi vardı. Fakat vakit ilerledikçe anlaşıldı ki
bir o kadar da babacandı. Adam, yemek
boyunca pek fazla konuşmamıştı. Sadece bir ara konu “kişisel anılar” dan
açılınca, kimse onu susturamadı, adam da anlattı da anlattı. Sesinde tuhaf bir
kırıklık ve hırıltı vardı, hatta yüzüne bakmıyor olsanız onun ağladığını
zannedebilirdiniz.Kısa boyluydu ama çelimsiz değildi. Elleri vücuduna oranla
büyüktü, bir yumruk vursa tüm masayı devirebilecek cinsten. Giyinme zevkinden
tamamen yoksun olduğu belliydi.
Yemeğin ilerleyen saatlerinde masanın
köşesinde birinin daha oturduğunu anımsadı. Yemek başlarken adamı görmüştü
fakat adam yemek boyunca hiç konuşmamış, sakince yemeğini yemişti. Bu sebepten, orada olduğunu adam gitmesi gerektiğini söyleyip masandan kalkerken fark
etti. Tüm yemek boyunca başı önüne eğik bir şekilde oturmuş olan adamın sanki
hüzün ve kederle içi içe, hayatı hep başarısızlık ve yenilgilerle dolup taşmış gibi bir hali vardı; ne kimseden yardım
bekleyen ne de kendi kendine çözüm bulabilen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder