28 Aralık 2015 Pazartesi

Gurbette



“Hadi dua edelim mi?” diye sordu babası küçük kızına.
“Ama ne söyleyeceğimi bilmiyorum ki.” diye karşılık verdi kız, minik ellerini havaya kaldırıp babasına uzatırken.
“Ne istersen söyleyebilirsin.” diye yanıtladı babası ve devam etti gülümseyerek:
“Mesela insanlığa dua edebilirsin, annen ve ablan için dua edebilirsin ya da belki Türkiye için...” sesi biraz kısık çıkmıştı bu son sözü söylerken. Fakat kız, sanki babasının ne söylemek istediğini anlamış gibi, gözlerini kapattı ve ağzında bir şeyler mırıldandıktan sonra yeniden uzattı ellerini. Babası, gülümsemesini devam ettirerek kızının ellerini tuttu ve hafifçe bir öpücük kondurdu yüzüne, bu minik dudaklardan ve tertemiz kalpten çıkan isteklerin geri çevrilmeyeceğini umarak.Bu öpücük o kadar hoşuna gitti ki kızın, sesli bir şekilde kıkırdadı ve sanki her şey ayan beyan ortadaymış gibi bir de “Amin” dedi tam babası içinden geçirirken muradını. Bu tablo karşısında ise baba daha da duygulandı, çünkü emindi, biliyordu ki seslerini işiten biri vardı. Baba, bir müddet daha baktıktı kızına ve sonra gözleri, pencerenin buğulu camına kaydı. Yağmur hafifçe dokunduruyordu damlalarını serin esen yele. Shanghai kışını yaşıyordu, baba ise yüreğinde dolup taşan duyguları.

Kader bundan tam on yıl önce, yine böyle yağmurlu bir gecede, tüm hayatını değiştirecek bir karar almıştı. İşte o karar babayı buraya, uzak Çin diyarına getirmişti. O zamanlar daha yeni evlenmiş, en büyük kızının doğumunu bekliyordu. Elbette büyük bir karardı bu, memleketini, ailesini ve işini arkada bırakması gerekiyordu. Her insanın öyle kolayca üstlenebileceği türden değildi. Bunu kabul eden kişi, kararlı ve azimli olmalıydı, hatta daha da ötesi “deli”. Baba, oralarda ne yer ne içer, ne iş yapar, hiç bilememişti. Ama böyle yazmıştı ya yazan, geresi önemsizdi. Çünkü elbet bunda da bir hayır vardı, her işte olduğu gibi. Kim bilir belki oralarda görüp tanışması gereken, kalbi buruk, yolunu şaşırmış, bir su verilmeyi bekleyen insanlar vardı, beklerlerdi ki bir el onları tutup kaldırsın düştükleri çukurdan. Eşinin de rızasını aldıktan sonra, birlikte gelmişlerdi buraya.

İşte baba, evin küçük oturma odasında, yerde diz çökmüş, cama dokunan yağmur damlalarına izlerken bunları düşünüyordu. Gözleri doldu, duygulanmıştı. Babasının gözlerinin yaşardığını gören kız, meraklandı ve sordu titrek bir sesle: “Neden ağlıyorsun baba, yoksa mutlu mu değilsin?” Minik kız insanın sadece üzüldüğü zaman ağladığını düşünüyordu. İnsan eğer mutluysa ağlamazdı ki,  gülmesi gerekirdi. Baba, yüzüne inen damlayı sildi, kızına döndü ve gülümseyerek: “Hayır kızım.” dedi “Çok şükür ki mutluyum.” Baba, huzurluydu. Belki sırtında bir çok sorumluluk taşıyordu, hatta insan olmak, O’na(c.c) kul olmak başlı başına bir sorumluluktu, yol uzun ve yokuşluydu, ama baba bulunduğu yerde mutluydu, çünkü neye inandığını biliyordu.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder