Bugün de uyuyamaştı. Kalktı, yatakta
doğruldu. Ay ışığının camdan yansıyan ışıkları aydınlatıyordu odayı. Ses çıkarır
da uyandırır eşini diye giymedi terliklerini. Usulca çevirdi kapının tokmağını
ve salona doğru ilerledi buz gibi betona aldırmadan. Koridordan geçerken aynada
yansıyan kendisine takıldı gözleri, durdu baktı, baktı... kırışmış alnına,
buruşmuş ellerine, çökmüş göğüslerine... Masaya yöneldi ve oturup yazmaya
başladı;
“Merhaba
oğlum, bak uyuyamadım bugün de, seni düşündüm uyuyamadım. Yerin rahat mı oğlum?
Üşüyor musun? Merak etme, babanla biz hiç üşümüyoruz artık, sağ olsun komşular
aralarında yardım toplayıp yeni bir soba aldılar bize. Sadece kömür kokusuna
alışamadım henüz, o kadar.”
Oğlunu, 1937’nin kışında, Shanghai
da, Japonlara Karşı Direniş Savaşı’nda şehit vermişti. Gencecik oğlu,
Japonların eline esir düşmüş ve acımasızca boynu kesilerek öldürülmüştü. Tam sekiz
yıl süren savaşta Japonlar, Çin’in kuzeydoğusunu ve Shanghai’ı ele geçirmiş, önlerine
çıkanları acımasızca öldürmüşlerdi kadın erkek, yaşlı çocuk ayırt etmeden. Kadınlara
tecavüz etmiş, minicik kafaları ayırmışlardı bedenlerinden. Esir olarak
yakaladıklarına da işkence etmiş, hatta aralarında oyun oynayıp şakalaşmış, kim
daha çok kafa kesecek diye de yarışmışlardı. Belki de oğlu onlardan biriydi.
Geçmişi hatırlamak, tüm bu olanları hazmetmeye
çalışmak ona ağır geliyordu.
Yaşlı kadın bir öğretmendi
zamanında, fakat Japonlar bir gece vakti evlerini basıp yaktıktan sonra okula
devam edememişti. Aslına bakılırsa öğretmen olması bir mucizeydi. Çünkü o
dönemlerde Çin’de kızların okula gitmesi, öğrenim görmesine izin verilmiyordu. Hatta
şu anda yaşıtlarının çoğu okuma yazma bile bilmiyordu. Fakat babası devlet
görevlisi olduğu için ona ayrıcalık tanınmıştı.
İşte yaşlı kadın bu şekilde, her
gece uykusundan uyanıyor, salondaki bu masada oğluyla dertleşiyor, ona
mektuplar yazıyordu okuduğunu umarak.
O gün sabaha karşı, güneş yeni bir
güne daha saçarken ışıklarını, yaşlı kadın hayatını kaybetti. Zavallı eşi,
artık onu yatakta göremeyince şaşırmıyor, her zaman ki gibi masada uyuya kalmıştır
diye düşünüp endişelenmiyordu. O gün de öyle oldu. Adamcağız sabah uyandı,
elini yüzünü yıkadı. Salondan geçerek mutfağa doğru ilerledi. Önce uyandırmak
niyetiyle yanına yaklaştı eşinin fakat bugün bir farklılık yapıp kahvaltıyı
kendisi hazırlamak istedi. Belki biraz olsun eşinin yüzü gülümser diye ummuş ve
eşinin en sevdiği Beyaz Baozi[1]’lardan
almıştı. O yüzden seslenmedi uyuduğunu zannettiği eşine. Yaşlı kadın elinde
kalemi, başı 10 yıldır her gece uyanarak oğluna mektup yazdığı defterin
üzerinde, gözleri kapalı bir şekilde duruyordu. Ve son cümlelerinde ise, ölüm sanki
ona bir iyilik yapmış ve geleceğini haber vermiş gibi şöyle demişti;
“Üzülme
artık oğlum bak ben geliyorum.”
[1]İçine sebze ya
da et konarak yapılan bir çeşit Çin hamur işi. Genellikle sabah kahvaltılarında
tüketilen bu yiyecek, Türk mantısına çok benzer fakat mantıdan 2-3 kat daha
büyüktür. Buharda pişirildiği için beyaz renktedir.