“Bazen bir dosttur insana gereken, dertlerini, sırlarını açabileceği, kendini onun serin sularına bırakıp onda huzuru bulabileceği bir dost.”
Karanlık
yavaş yavaş hakim oluyordu şehre. Bir huzursuzluktur tutturmuştu içini. Ve Karanlığın
çöküşüyle her şey karardı; aklı, kalbi, duyguları... Aniden ayağa kalktı ve kala
kaldı öylece, ne yapacağını bilemedi, duvara toslamış gibi hissediyordu. Her şeyi
tekrar yaşamaktan, bunca zamandır kurtulmaya çalıştığı problemlere yeniden bulaşmaktan
korkuyordu.Karanlık pencereden, kararmış gökyüzüne baktı. Ansızın tüm
hissiyatını kaplayan bu düşüncelerden kurtulmak istedi ve masada duran telefonu
kaptı hemen. Titreyen elleriyle, aklına gelen ilk ismi aramaya başladı
rehberden, yani Dost'u. Aradığı ismi
bulunca duraksadı, ne söyleyeceğini bilemedi.Fakat çok şey söylemesine de gerek
yoktu aslında, Dost değil miydi
zaten, o her halden anlardı. Daha fazla düşünmedi ve bastı arama tuşuna.
Telefon açıldı:''Alo?'' Sesi
normalden kısık çıkmıştı. Dost: ''Alo,
buyurun?'' dedi. ''Alo, benim.
Biliyorum saat çok geç oldu ama, müsaitsen eğer...'' Cümlesini
tamamlayamadı önce ve sonra kısık bir sesle devam etti ''Yani şey, müsaitsen eğer yanına gelmek istiyorum.'' Heyecanlanmıştı,
derin bir nefes aldı. ''Tabii olur! Gel.''
Dostun güven veren sesibiraz da olsa rahatlamıştı içini. Fakat aldığı nefesi
bırakamadı bir türlü, ağlamak istiyordu; ağlamak,
bağırmak, çığlık atmak... Cevap vermeyince, karşı taraf yineledi
konuşmasını ''Bir sıkıntı yoktur
umarım?'' Evet, bir sıkıntı yoktu
zaten, sıkıntı birden fazlaydı. ''Gerçekten
çok özür dilerim, saatin çok geç olduğunu biliyorum ama biraz konuşsak olur
mu?'' diye yanıtladı, içinde tuttuğu nefesini geri
vererek.
Apar
topar değiştirdi üzerini. Çantasını da aldı ve çıktı. Hızla indi merdivenleri. Sokağa
çıkınca koşmaya başladı birden, kaçmak istiyordu her şeyden, her gün geçtiği bu
caddeden, tıpkı şu anki hava gibi buz gibi insanlardan, seslerden ve
nefsinden... Gelen ilk otobüse attı kendini. Hiç bir şey düşünmek istemiyordu,
hatta akan gözyaşlarını bile geri çekti içine, çünkü hepsini Dost'a saklıyordu.
Karanlık
otobüsün içinde kalan karanlık yüzlere baktı, sanki her biri onun halinden
hissedardı. Yalnız başına oturan yaşlı bir teyze, nereye gideceğini bilmeden
umutsuzca oturan bir genç ve hayat yorgunu bir çok beden, işte kadro tamamdı.
Hemen köşede, ay ışığın hiç uğramadığı, karanlık biroturak vardıve tamamlamak
için bu uğursuz tabloyu, o da geçti yerine. Otobüs durdu kalktı, bir çok beden
indirip aldı. Herkesin yeri önceden belirlenmişti sanki. Yalnız oturan teyzenin
yanına yalnız bir amca oturdu. Umutsuz gencin yanına bir tanesi daha eklendi.
Böylece
geçen otobüs yolculuğu sonunda bir yerde bitti. Araç durunca ilk inen kendisi
oldu. Koşar adımlarla ilerledi Dost'un,evine
aklında kalan bir adresle.Daha evvel bir kere gelmişti buraya. O zaman da yine
bir şeylerden kaçıyordu. Birbiri ardına sıralanmış evler gecenin karanlığında kaldığı
için ayırt edilemiyordu. Sadece silik bir numara vardı aklında, kırk dokuz , üç
yüz bir. Telefon çalmaya başladı, arayan Dost'du.
''Alo, geldin mi nerdesin?'' merak edilmek hoşuna gitmişti. ''Evet geldim. Ama evi bulamıyorum, sol
tarafta mıydı yoksa sağda mı?'' diye sordu büyük kapıdan girerken.
Apartmanın
önüne geldiğinde duraksadı, basamadı zile hemen. Anlatacaklarını düşünüyordu.
Doyasıya ağlamak, kendisini Dost'un kollarına
bırakmak istiyordu. Kapı açıldı. Yavaş yavaş çıktı merdivenleri. Ve işte Dost orada, kapının girişinde gülümseyerek
kendisini bekliyordu. Utandı, başını önüne eğdi. Dost, elini uzattı, o da tuttu, sıkı sıkı,
hiç bırakmak istemedi. ''Hoş geldin'' dedi Dost, gülümsemesini devam ettirerek. Dost'un yüzü aydınlıktı, dışarıdaki
karanlığa inat. Koridorun loş sarı ışığı hafif dokunuşlarıyla aydınlatıyordu bu
iki bedeni. Ve sıkıca sardı onu Dost, ne
kendisi bir şey söyledi, ne de öteki bir şey sordu. Bir müddet kaldılar öylece.
Sanki tüm sıkıntılar çoktan akıp gitmeye başlamıştı bile.
“Ve
bazen bir dost kucaklamasıdır lazım olan, hani şöyle sımsıkı.”